Sabah her zamanki gibi kahvaltısını yapmadan yola koyulan Muzaffer, kapıyı kapattıktan sonra farketmişti anahtarlarını içeride unuttuğunu ( boşverseydin Muzaffer, sen o eve bir daha dönemeyecektin nasıl olsa ). Son günlerde aklı bir karış havada idi. Yıllardır peşinden koştuğu sevdalısı ile hayatlarını birleştirmelerine sadece birkaç gün kalmıştı. O nazlı gözler, o yasak dudaklar ve beden birkaç gün sonra sadece kendisine ait olacaktı. Çok sevinçliydi, çok da umutlu idi. Şimdiden doğacak çocuklarının mesleklerini bile düşünür olmuştu, asla babaları gibi olmayacaklardı, yani asla "güvenlik görevlisi" olmayacaklardı, babaları gibi "güvenliğin" adının sadece sözlüklerde yer aldığı bir memlekette. Bilseydi Muzaffer az sonra başına gelecekleri, eminim gülerdi hayatın kendisine yaptığı bu acı şakaya, "güvenlik" ne demekti ki memleketinde, görevlisi olsun...
Çatlamış ellerini ve nasırlaşmış kalbini ortaya koyarak bir veda mektubu yazmaktaydı G üven sabah yatağında. Önce dava arkadaşlarına veda edecekti -sahi "davaları" neydi- ? Neyse, dedi, şöyle sıkıca bir iç çekti, bundan sonra davanın ne önemi vardı ki... Muzaffer'in tersine, Güven, kendi ismindeki ironinin bal gibi farkındaydı, hele "o gün" daha da bir farkında idi. Dedesinin ismi idi Güven. Dedesi Sivas'da bir koru bekçisi imiş, hiç tanımamıştı onu Güven, o yüzdendir belki de hayatın bu acı ironisinin bir kara bulut gibi Ankara'nın kalabalık bir semtine çökmesi, belki de sevgi eksikliğinden di Ankara'nın o acı gününün sebebi. Hayatın son zamanlarda canı sıkılmış olmalı. ...
Ankara'nın kıştan kalma son serin günlerinin insanın teninde yarattığı ürpertinin bile farkında değildi Muzaffer. Öyle masum, öyle aşık, öyle umut dolu gidiyorduki işine. Öğlenleyin siparişini verdiği damatlığını alacak ve kadını ile buluşup yemek yiyeceklerdi Ulus'da. Geçen hafta gözü Tiramisu'da kalmıştı ya sevdiğinin, bu sefer ona süpriz yapacaktı, koskoca bir tiramisu alacak, üzerine de onu sevdiğini yazacaktı, şöyle kahve tozlarının üzerine parmakları ile muzip muzip... Şimdiden tahmin edebiliyordu sevdiğinin gözlerindeki ışığı, kör olacaktı Muzaffer belki sevgiden belki de gözlerindeki ışıltıdan lakin kör oldu da Muzaffer...
... Başı dimdik ve kararlı bir şekilde evinin merdivenlerinden inerken Güven farketti anahtarlarını unuttuğunu, boşver dedi, bir daha bu eve dönemeyeceğim nasıl olsa...Hayatı geçti gözlerinin önünden bir anahtar deliği kadar dar bir delikten dışarı bakarcasına bulanık. Çirkindi,çok çirkindi, kendini hiçbir zaman yakışıklı bulmamıştı, hiçbir kadın dönüp de bakmamıştı kendisine, hiçbir fotoğraf makinesi çekmemişti yüzünü polis kameralarından başka lakin boy boy gazetelere çıkmanın vakti gelmişti artık ama öyle ama böyle.
... İşyerinden içeri girdiğinde cep telefonunun titrediğini anladı Muzaffer. Bir güvercin çırpındı kalbinin kafesinde, hani çocukken salıncakta sallanırken bir ileri bir geri gidince içiniz pırpır eder ya, kahkaha atasınız gelir ya, işte öyle birşeydi Muzaffer'in o an yaşadıkları, sevdiğinin adı yazıyordu ya kocaman ekranda, ah ne kadar beklemişti Muzaffer, o isim tarafından aranmayı bir zamanlar. Gelinlik provasına gideceğinden bahsediyordu o ilahi ses, saçlarını topuz mu yapsındı yoksa onun sevdiği gibi at kuyruğu mu yapmalıydı. "Sen nasıl istersen gülüm, benim için her halükarda güzelsin sen" dedi Muzaffer ama kadın milleti tatmin olmuyor illa bir cevap bekliyordu, onu mutlu etmenin yollarını adı gibi bilen Muzaffer biliyordu bir seçim yapmanın vaktinin geldiğini " at kuyruğu" dedi "at kuyruğu yaptır ama bir de kırmızı ruj sür düğünde " dedi demesine ama muhasebedeki kadının kendisine gülümsediğini de farketmedi değildi hani. Utandı Muzaffer, "kadın milleti" dedi telefonu kapatırken, güvenlik bölümüne geçti, üniformalarını giymeye başladı, taktı silahını beline, çekti şapkasını başına, işte şimdi tüm ülkesi güvende idi Muzaffer'in...
Malzemeyi teslim alacağı gecekondunun yollarını ezberlemişliğin verdiği güven ile uyukluyordu otobüste Güven. " Son uyumam" bu dedi, " birkaç saat sonra derin bir uykuya dalacağım" diye düşünürken, karşı koltuktan kendisine bakan kırmızı elbiseli, dağınık saçlı bir kız çocuğunun bakışları ile karşılaştı. "Ne var, hiç mi çirkin görmedin" diyecek oldu, sustu, ölümsüz hayatına vardığında bu sefer güzellik kurallarını kendisi koyacaktı Güven, kararlı idi... ... Masa başında geçen sıkıcı ve herbir dakikasının o mutlu(!) ana yaklaştığı saatlerde kendisine verilen külüstür, eski moda bilgisayarda şöyle bir gazete haberlerini dolaşmak istedi Muzaffer. Çok çirkin şeyler yazıyordu gazeteler, katillerden, tecavüzcülerden, politikacılardan bir de çıplak kadınlardan bahsediyordu gazeteler. "Dünyanın çivisi çıktı, biri dur demeli artık " diye iç geçirdi Muzaffer, ekranı kapattı, tatlı rüyalara daldı, ufak sorunlarını düşünmeyi yeğliyordu son zamanlarda, mesela damatlığı için seçtiği renkte acaba yanılmış mıydı? Peki o siyah ayakkabılar çok mu spor kaçıyordu damatlığının altına?
... Emanetini bir çantanın içerisine koyup dava arkadaşları ile birer birer vedalaştıktan sonra aç karnının gurultusunu bile hiç sayarak koyuldu yola Güven. Yukarlardaki melekler bile kalbinin çirkin kokusundan konamaz olmuştu Güven'in omzuna. Birşeyler yapmak gerekiyordu, birşeyler yapmalı idi melekler. ... Omzuna bir el dokununca daldığı derin uykudan irkilerek uyandı Muzaffer. İş başında bu kaçıncı uyuması idi. Ya patrona yakalansa idi, neyse ki canı gibi sevdiği arkadaşı kendisini uyarmaya gelmişti, "bak Muzaffer, bir dahakine seni ben bile kurtaramıyacağım oğlum, kendine dikkat et" derken melekler uçuşuyordu güvenlik kabininin içinde. Çırpınıyorlardı, daimi olarak çırpınıyorlardı ancak kötü kaderin keskin yazısına işlemez olmuştu kanatlarının çıkardığı sesler...Öğle vakti gelmişti, Anafartalar Çarşısı'na da öğlen vakti gelmişti...
... Hızlı adımlarla ilerlerken ortak noktaya her ikisi de son kez gökyüzüne baktı(lar), son kez birşeyler indirdi(ler) midelerine. Biri son kez saçlarını tararken sevdiğine güzel görünmek için diğeri aynalardan kaçıyordu son kez. Kalbinin aynalara akseden o kara gölgesi ve burnunu sızlatan kekremsi kokusu son kez rahatsız etti Güven'i. Son kez uçtu Anafartalar Çarsısı'nın önüne konan güvercin, son kez para kazandı tezgahtar Tuba, son kez seyyar satıcı Adem Usta sürdü arabasını Anafartalar Çarsısı'nın girişine... Sevincinin umudunun ve sevgisinin enerjisi ile çalışan bedenine uyumlu bacakları hızlıca getirdi Muzaffer'i çarşıya. Kapının girişinde karşılaştırdılar Muzaffer ile Güven. Her insan gibi bakıştılar bir anlık. Melekler vardı etrafta irili ufaklı. Siz görmediniz onları...Kimse görmedi ki onları. Birkaç adım attıktan sonra kendisine çevirilen bakışlara aldırmayan Güven çekerken bombanın pimini, " bu senin için otobüsteki küçük kız" " bu sizin için yüzüme bile bakmayan kadınlar" diye bağırıyordu cansız bedenler teker teker uçarken havada, camlar parçalanıyor, çığlıklar atılıyor ve korkunç bir gürültü kopuyordu o gün Anafartalar Çarşısı'nda... En nefret ettiği güdük bacakları kopmuştu bedeninden önce Güven'in, sahipsizlerdi artık, şimdilerde bir morgda sahibinden habersiz donuyorlardır kimbilir...
Muzaffer mi? Damatlığı üzerinde can verdi Muzaffer, damatlığının iğnelerinin batışı bile tatlı gelirken ona son günlerde, acı kader nedir tam da unutmuşken, Güven'in "güvensiz" ülkesinde verdi canını... "At kuyruğu " dedi "at kuyruğu yaptır ama bir de kırmızı ruj sür düğünde " ...
23.05.2007
SERPİL KÖSE
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder