16 Şubat 2008 Cumartesi

Eros'un Hatası

Vakti zamanında ulu bir dağın tepesinde tanrıların canı sıkılmış olacak ki yeryüzüne bir melek indirmeye ve gönderdikleri bu meleğin, kendilerine dünyadan birşey getirmesine karar vermişler. Seçim yapılırken ise tek kriterleri aşkı hiç tatmamış birinin olmasıymış. Haftalarca şenlikler yapılmış, yemekler kaynatılmış, oyunlar oynanmış ve sonsuz boşluğun en melek kızının seçimine gelmiş sıra. Adaylar belirlenmiş, sandıklar düzenlenmiş,sıra gelmiş kral tanrının sandıktan bir kağıt seçmesine.



Ahali, merakla seçilecek kişiyi beklerken kenarda kızıl saçlı, ufak bir kız olan Cecile gizli saklı dualar ediyor, kendisinin seçilmemesini dilerken, sonsuz boşlukta, aşk hakkında anlatılan acı efsaneler yankılanıyormuş kulaklarında. Derken derin bir sessizlik kaplamış ortalığı, kral tanrı şöyle bir elindeki kağıda baktıktan sonra küçük Cecile’i arar gözlerle kalabalığı süzmüş ürkek kızla göz göze gelmiş, ahali ise çoktan alkışı başlatmışmış bu esnada.


Artık tebrik edenler mi olmamış, ağlayanlar, oynayanlar mı olmamış lakin keskin bir duygu silsilesi kaplamış ortalığı.



Cecile kaderine razı bavulunu hazırlayıp tek tek vedalaşırken ahali ile onu bir daha hiç göremeyeceğini düşünen anne ve babası, hastalıktan yataklara düşmüşler ama ne çare! Emir tanrılardan çıkmış bir kere, sonsuz boşlukta tanrının karşısında boyun kıldan ince...

Işık hüzmeleri ve binlerce meleğin yardımıyla yeryüzüne inerken Cecile, yeryüzündeki tüm çiçekler, tüm kuşlar daha bir hareketlenmiş ancak insanoğlu, günlük koşuşturmasının içerisinde farkına bile varmamış bu doğa olayının.

İndiği çiçek tarlasınının ortasından çıkarak koyulmuş yola Cecile, ürkek ürkek bakarken yeryüzüne, karşısına bir okul çıkmış. İnsanoğlunun içine karışmanın yollarını öğrenmiş ve okulun koridorlarına sokulurken sinsi sinsi içindeki yüce güçler insanların merak ve öğrenme yetilerini alıyormuş birer birer. Kimse sormamış lakin kimsin diye.

Aylarca okulun koridorlarında dünyalılar gibi vakit geçirdikten sonra bir sabah vakti yakınından geçmekte olan siyah saçlı, yeşil gözlü genç bir delikanlının farkına varmış. Eros ve müridleri, peşinde koşmaktan yorulduğu Cecile’i biraz sınamanın vakti geldiğine inanmış olacaklar ki saplamışlar aşk oklarını acımasızca. Aşık olmasına olmuş da Cecile, delikanlının bir derdi varmışmış. Dünyalıların "madde bağımlısı" dedikleri dayanılmaz bir hastalığın pençesinde kıvranmakta imiş. Her geçen gün ölüme biraz daha yaklaşırken delikanlı, Cecile’in aklına içindeki yüce güçler gelmiş ve birgün durdurmuş oğlanı koridorda, tutmuş ellerinden, öpmüş dudaklarından. Dudaklarından öpmüş, öpmüş, öpmüş. Öptükçe daha bir dinçleşirken delikanlı, Cecile’in saçlarında aklar, alnında kırışıklar peydah olmuş. Gözlerini açtıklarında çocuğun gözlerinin altındaki o mor halkaların yerini taptaze bir tene bıraktığını görmüşler. Görmüşler görmesine ama güzelliğinden ödün veren Cecile’in ise yüzüne bakılır yani kalmamış olacak ki genç delikanlı kaçar adımlarla uzaklara gitmiş, çok uzaklara.



Güçsüz kalan Cecile şöyle bir bakmış bulutların üstüne, kral tanrıdan medet umarcasına ama henüz tatmin olmamış bencil tanrılar.

Yola koyulmuş Cecile. Az gitmiş uz gitmiş. Yolun üzerinde güneşin batmakta olduğu üç yanı denizlerle çevrili bir müslüman ülkesinin doğusunda konaklamaya karar verdiği vakit yorgunluktan durduğu yerde bayılmış. Birkaç saat sonra gözlerini açtığında kendini genç, esmer, iri yarı, kalın dudaklı, gür siyah saçlı bir delikanlının kollarında bulmuş. Başta utangaç gözleri varmış delikanlının her fırsatta kendinden kaçan ancak hasta olduğu günlerde delikanlı ile daha fazla kaynaşınca o utangaç gözler kendine gelmiş, lal diller çözülmüş, yerini samimi duygulara bırakmış bir de . Başta kendisinin geçici ve doğaüstü bir varlık olduğundan habersiz delikanlı aşık olurken kıza, Cecile, ilk defa tanrı Eros’un okları olmadan kalbinde derin bir ağrı hissetmiş. Ne doktorlar çare bulabilmiş bu hastalığa, ne de tanrılar yukarıdan müdahele edebilmiş. Oğlanın kendisinden ayrılma vakti geldiğinde söz vermişler birbirlerine, unutacaklarmış sözde birbirlerini lakin hiç de öyle olmamış. Ufak bir kartopu gibi lekesiz başlayan aşk yuvarlandıkça, araya hasret girdikçe, dev bir kaya gibi yıkılmaz ve haşmetli bir hale gelmiş. Önce gözyaşları ile eritmeyi denemiş delikanlı, sonra araya başka sevdalar sokmuşlar, bakmışlar olacak gibi değil, kız oğlana şarkılar mı söylemezmiş, oğlan kıza şiirler mi yazmazmış, kartopu olmuş Toros Dağı, kayalaşmış, betonlaşmış, sertleştikçe Ferhat'ın işi daha da zorlaşmış.

Bu sırada Cecile’in anne ve babası feryat figan ederlerken yukarıda Tanrılar tekrar bir araya gelmişler ve bir karara varmışlar bu gidişata dur demek için.

Yeryüzüne merhametli bir erkek melek indirmeye karar vermişler ve nihayet uzun seçim süresi sonunda Türkiye’nin İç Anadolu Bölgesi’nin bir köyüne bir erkek melek inmiş. Melek inmesine inmiş ama ne vakit ki Cecile’in karşısına çıkmış Tanrı Eros yukarıda bir yerlerde uykuya dalmışmış, aksilik bu ya.

Cecile ve erkek melek birbirlerine rastladıklarında o yüce Toroslar bir miktar yarılmış ama öyle bir yarılmış ki aradan güneş ışıkları yayılmaya başlamış.Cecile’in içini tanıdık bir neşe kaplamış, sarsılan dağın ardındaki gökyüzüne “Nerdesin Eros?” diye bakınırken, erkek melek çoktan yolunu almışmış ve artık yapılacak hiçbirşey yokmuş çünkü yirmidört saat içinde tanrısal özelliklerini kullanmazsa ölümlü haline gelirmiş ve artık erkek melek bir ölümlüymüş. Eros’un tembelliğinden dolayı erkek melek kendisine bahşedilen sonsuz aşkın üzerinden atlayıp geçmişmiş meğerse.

Cecile, uzunca bir yolun ortasında durup yukarıdaki tanrılara seslenmek için kafasını kaldırdığında yüreğinin bir yanı Doğu Anadolu’ya, bir yanı İç Anadolu’ya doğru çarpmaktaymış. Daha fazla bu acıya dayanamayan Cecile’in gözlerinden akan tuzlu su toprağa değer değmez tanrılar yaptıkları hatanın farkına varmışlar varmasına ama vakit çok geçmişmiş.

Cecile ölü bedeni ile arşa doğru yükselirken dünyadan getirdiği gözyaşları sonsuz boşluğun bir köşesine, gençlere ibret olsun diye, özel camdan kapda teşhir edilmeye başlanmış.

İşte derlerki o gün bugündür cezalı Tanrı Eros ne zaman yeryüzüne inse tüm aşıkları baştan şöyle bir ağlatırmış içli içli. Meğerse aşk ile gözyaşı o günden sonra ayrılmaz olmuşlar imiş.


Serpil Köse
28.05.2006


Hiç yorum yok: