20 Mayıs 2008 Salı

Ayvalık Sabun Fabrikasında Bir Beyaz Baldır...


Ayvalık'ta yorgun ve bitkin bir şekilde sabun fabrikasını gezen küçük kız rastlar duvarda bu fotoğrafa...


Şimşekler çakar, yıldırımlar düşer bir yerlerde su yüzü görmemiş topraklara...


Tıpkı masallarda yada mitolojide anlatılan bir kahramanı keşfetmişçesine şaşkındır küçük kız çünkü binlerce kilometre ötede rastlamıştır "beyaz baldır" ve "kızıl saç" kompozisyonuna... Hacca gelmiştir lakin o bu topraklara...



Az sonra "Şeytan Sofrası"na çıkacaktır...
...

Çoktan girmiştir de şeytan beynine, nüfuz etmektedir kalbine şimdi,

Önce ensesinde gezinir sessiz sessiz,

Ardından kulağına fısıldar;

- Çek fotoğrafını gönder ona, kutsal beydaz baldır uğruna...

- Yapamam, ondan nefret ediyorum...

- Etme, nefreti yalnız ben ederim, sen etme, yalnızca çek fotoğrafını beyaz baldırın,

- Çekemem o bunu haketmemekte...

- Bırak böyle daha da acı çekecektir, yalanlarının demirden zinciri boynundan tutup anılara çekecektir, inan bana bak böyle daha çok acı çekecektir...


Küçük kız basar deklanşöre şöyle bir bakar etrafa, şeytanı kendisinden başka gören olup olmadığını merak etmektedir çünkü bir buçuk yıldır kırmızı şeytan kendisinin peşini bırakmamaktadır.


...


Küçük kız hastadır...

Rahatsızlık nefesini darlaştırırken hasta yatağında, fotoğraflarını dosyalamaktadır.

Huzurun ayağını bile atmadığı sıcacık yatağına az sonra şeytan uğrayacaktır...

...


Ufak bir rüzgar hissedilir odada, kekremsi bir koku siner perdelere, ardından rüzgar gülünün sesi karışır baharın taze sokağına,

...

- Hadi gönder ona fotoğrafı,

- Göndermeyeceğim, nefret ediyorum ondan...

- Etme, nefreti yalnız ben ederim, sen etme, hadi gönder fotoğrafını beyaz baldırın,

- Gönderemem lakin o bunu haketmemekte,


- Bırak böyle daha da acı çekecektir, beyaz baldırların pamuksu yumuşaklığı kalbine bir balyoz gibi inecektir, inan bana böyle daha çok acı çekecektir...

...


Küçük kız basar gönderme tuşuna...

Ardından ufak bir baş ağrısı...

Dağınık yatak..

Üşümüş ayaklar ufak...

Bardaktan yere dökülmüş zehir kalıntısı...

Şeytanın yatakta bıraktığı çöküntü...


SERPİL KÖSE


3 Mayıs 2008 Cumartesi

1 Mayıs Üzerine Notlar

S. Köse


Herkesin bildiği gibi yani en küçük bir “küçük burjuvanın” bile bildiği gibi 1 Mayıs İşçi Bayramı’nın kökenleri Avustralya’daki işçilerin uzun iş saatlerini protesto etmelerine dayanır. Avustralya’da başlayan bu hareket dünyada geniş bir yankı uyandırdıktan sonra ilk başta çok ilginç olarak Amerikalı işçilerden destek görür. Bu işçiler çok ağır şartlar altında yaşarken sigortasız ve sosyal haklardan bağımsız çalışıyorlardı. İşte sessiz ve sakin olarak başlayan bu protesto gösterisinin bu kadar yayılacağını ve kitlesel bir harekete dönüşeceğini tahmin etmezken kimse o zamanlarda, yıllardır ezilmiş, hor görülmüş olmanın verdiği kinin de yarattığı güç, bir şimşek gibi düştü kapitalizmin ortasına…

Benim küçüklüğümde Türkiye’de de tatil iken şimdi dünyanın birçok yerinde tatil olmasına rağmen Türkiye’de tatil olmadığı gibi medya ve iktidar elinden geldiğince halkı bu eylemden korkutarak uzaklaştırmaya ve hatta basit bir “bahar bayramı” havası yaratmaya çalışıyor, eylemi, kitlesel hareket etmeyi bir “öcü” gibi gösterirken en ufak bir çocuğun bile aklına “ gaz maskeli” korkunç yüzlü elinde copu olan polis amcalarının imgelerini yerleştiriveriyor.

1 Mayıs’ın yani emeğin yüceltildiği bu bayramın beyinlerde çağrıştırdığı kelimelerden bahsetmekle başlayalım önce…
1 Mayıs…
Emekçiler…
Emekçi bayramı…
Emekçilerin hakkının korunduğu bayram…
Peki emekçi nedir?

Alnın teri ile, namusu ile, bileğinin gücü ile hatta yakasının rengine bağlı olarak kimi zaman beyninin gücü(!) ile kimi zaman çok uzun saatler altında, kimi zaman çok zor şartlar altında hayatını devam ettirmek için belli bir para, yemek yani karşılık beklentisi ile emeğini satan kişidir. Günümüz emekçisi artık bir inşaat işçisi, bir madenci yada bir hamal olmaktan çıkmış modern plazalarda çalışan bankacılar, muhasebeciler, iç denetimciler, danışmanlar şekline bürünmüştür. İşte bu modern köleler bir hamalın küfesinin ağırlığınca baskı ve ego tatmini altında çalışırken, her geçen gün bir üst amiri tarafından tabiri caiz ise laf ile dövülürken tıkır tıkır işlemektedir kasası. Her işittiği aşağılama, her yediği laf bir bir çizerken kişiliğinin ince camdan yapılmış çerçevesini, kasası daha da şişmektedir ancak gel gelelim modern kölenin çalışmaktan para harcamaya vakti yoktur. Köledir zinciri “altın”dan yapılan, yemeğinin içinde inek sütü yerine kuş sütü olan… Boynundaki manyetik kartlarla girer plazaya, çıkarken manyetik kartı ile çıkar ki bilsin sahipleri hangi saatte hangi alanda olduğunu. Yeri gelir gece 3’de uyandırılır modern köle, sonra bir kelebeğin ömründen daha kısa tatil gününde sahilde duyar patronun sesini, oysa o sadece denizdeki dalgalarının sesini duymayı ummuştu. “Profesyonellik” adı altında tabiri caiz ise kişiliğine darbe üstüne darbe yerken bir de duymasın mı patronunun bir zamanlar sosyalist olduğunu.

Kafası karışmıştır “modern köle”nin.

Kafası zaten her daim karışıktır “sosyalist” geçinen “duyarsız” faşistlerle tanıştığında.

İşte bu modern kölelerden biri üniversite sıralarında okurken sosyalizmi sağda solda çok geç de olsa bulduğu yasaklı kitaplardan, önce bembeyaz defterine şöyle yazdı…

Bölüm 1;

Sevgili Günlük,

Bugün “komunizm” diye bir kelime öğrendim. Yıllardır bizim ailede lafı geçer dururdu, babam için “Ahmet Bey iyi de, ah bir de komunist olmasa” “Düzelir canım düzelir, yaşı ilerlesin o da bulur Hakk yolunu” “Sahi bulur demi ya, yazık adama…”

Sevgili Günlük, bak aramızda kalsın sana ne diyeceğim “komunizm” o kadar da kötü bir şey değilmiş. Hani çok sevdiğim bir arkadaşım vardı ya adı “Sinan”, hani sana hep anlatırdım, üniversitenin kapısındaki mendilci çocuğa her gün poğaça alan Sinan canım işte. Biliyor musun o komunistmiş… Demek ki neymiş, komunist kötü bir şey değilmiş.

Bölüm 2;

Sevgili Günlük,

Bugün Sinan’ı polisler götürmüş. Daha geçen hafta Mardin’deki bir okula kitap ve kırtasiye malzemeleri toplamak için afiş asıyorduk ya, işte orada ben anlamıştım zaten, polisler bize kötü kötü bakıyordu. Söylesene Günlük, bunun neresi kötü? Dünyadaki tüm milletlerin kardeş olmasını istemenin, Mardin’deki kardeşimizi de unutmamanın neresi kötü Günlük? Hor görülen, ezilen, insan yerine konulmayan bir işçinin hakkını savunmanın sonra o çirkin savaşlara karşı çıkmanın neresi kötü Günlük? Hadi bir kere de cevap versene bana?

Bölüm 3;

Sevgili Günlük, Sinan’dan bir haftadır ses yok. Geçen gün konuşurlarken duydum, annesi babası perişanmış, hayatından şüpheleniyorlarmış Sinan’ın. Anayasayı tağvir, tebdil veya ilga etti diyorlar sağda solda. Ben anlamadım şimdi Sinan anayasayı ne yapmış ne yapmış?

Bölüm 4;

Sevgili Günlük, Çok korkuyorum, bir daha sana yazmayacağım. Çok üzüntülüyüm. Sinan ölmüş, kendini astığını söylemiş polisler. Annesi babası perişan, ama ben sana bir şey diyeyim mi Sinan kadar hayatı ve hayatın içindekileri seven ve hayatı daha güzel kılmaya çalışan ateşli bir insan kendini asla asmaz. Çok korkuyorum Günlük, Sahi komunizm bu kadar kötü bir şey mi ona inananı öldürüyorlar?




İşte böyle... Sosyalizm ve/veya(!) Komunizm… Özünde insan sevgisi, özünde emeğe saygı, özünde hayatı daha eşitli kılma çabası, ezilene, emekçiye saygı, bu doğrultuda en çok ezilen, en çok hor görülen modern yada modern olmayan kadına saygı, kadının emeğine(!) saygı, cinsiyetine saygı… İnanıyorsa bir insan eğer komunizme, sosyalizme yürekten, alsa da teknik tüm bilgileri kitaplardan, donatsa da dağarcığını en süslü “sosyalist” kelimelerle, sloganlarla, dürüst olmalı o insan dürüst, namuslu olmalı, çıkarmalı yalanları hayatından,“emek” denilen yerde şöyle bir durmalı, silkinmeli bir iyice. Sosyalizm kimsenin tekelinde değil, sosyalist olmadan önce “insanlık kursu” almalı insan, kimi bir defa almalı, kimi on defa almalı ama ille de almalı. Asmalı bürosunun duvarına anlı şanlı “insanlık “ diplomasını sonra ağzına almalı 1 Mayıs’ı…

Dünyada hiçbir zaman tek bir rejim, tek bir felsefse her yanıyla mükemmel olamaz ama erdemli insan her felsefenin en güzel, en insancıl, en insanlığa faydalı davranış biçimlerini alıp özümsemeli, sentez yapmalı ki taaa yüzyıllar öncesinden beri kafasını patlatıp da felsefi kuramları oluşturan filazofların kemikleri sızlatmasın acı acı…

Emektir sosyalizm, dürüstlüktür, temizliktir, namustur, cesurluktur, kendinden önce hep başkasını düşünebilmektir, hayatın merkezine kendi egosunu koymadan karşısındaki koymaktır,

Saygıdır Sosyalizm, düşenin kolundan tutup da kaldırmaktır, bir tekme daha atmak değil, “yalan” yoktur sosyalizmde, olmamalıdır gerçekleri çarpıtma, artistlik değildir Sosyalizm internet sayfalarında hava atılacak, Sosyalizm Che Guevera tişörtü giymek değildir yada onun fotoğraflarını koymak internet sitelerine, her konuşmada Nazım Himekt’ten ezbere alınmış beylik kıtaları sıralamak ve en önemlisi kadın avlamak değildir bu dizelerle.

Dürüstlüktür Sosyalizm. Emektir… Emeğe saygıdır… Bunların hiçbiri değilse bile en azından “olmadığın gibi görünmemektir Sosyalizm”…

Temizdir…

Tertemizdir…